Yatağa uzandı, neler yapabileceğini düşündü, Bu gün ne yapmalıydı.
Parası olmadığını hatırlayınca şöyle bir yutkundu. Neden hep
başkalarının parası vardı da onun yoktu.O onlardan daha zekiydi oysa.
Onlar o halde, refah içinde yaşarken, kendisi ay sonlarını hep böyle
geçiriyordu. Beş parasız... Birden Raskolnikov gibi, zengin ve dul
komşusunu öldürüp parasını yürütmeyi düşündü...
Sevgilisini aramayı düşündü ama daha dün ayrılmışlardı. Murathan
Mungan’ın şiirleri aklına geldi. ‘ Saat 16 damişti, oysa 16,04’tü notu
aldığında...’ mısraları kadar çaresizdi şimdi.
Hayal kurmak istedi. Birden kendini Balbo’nun yerinde buldu. Casaubon ve
Diotallevi ile barda oturmuş içki içiyordu. Tapınakçıların büyüsünden
bahsediyordu. Ama hikayenin kendi hayatıyla örtüşemediğini, hiçbir zaman
Belbo kadar cesur, hayalperest olamıyacağını anlayınca hayal kurmayı
bıraktı.
Yan tarafta duran magazin-haber karışımı dergilere baktı. Kapaktaki
kızlar ne kadar güzeldi. Bunlar nasıl bu kadar güzel oluyorlardı ? Şöyle
sıradan, tombulca bir kızdan ne üstünlükleri vardı. Bulamadı sorunun
cevabını. Onlar tescilli güzellerdi. O kadar insan beyeniyorsa tabii ki
güzellerdi. O ne bilecekti... Sıkıntıyla bıraktı dergiyi.
Başka bir dergi aldı. İlginç bir konu aradı. ‘ Seks enfaktüse iyi
geliyor.’ Başlıklı yazı çok garibine gitti. Yazı, çeşitli sağlık
sorunlarını engellemek için nasıl sevişilmesi gerektiğini anlatıyordu.
Bu da hoşuna gitmedi. İnsan canı nasıl isterse öyle sevişmeliydi oysa...
Ama birden aklına migren ağrıları geldi. Büyük bir merakla migrenle
ilgili bölümü okuyup ezberledi.
Kitap okusa iyi gelirdi, bu duruma her halde.... Dergilerin yanında yeni
aldığı ‘ Tehlikeli Masallar’ı aldı, işaretlediği yerden okumaya devam
etti. Okudukça tiksindi. Aşk bu değildi. Ama o başkalarından daha mı iyi
biliyordu.Tabii ki aşkı en iyi Ahmet Altan bilirdi. O yazdıysa
doğruydu. Bir o, bir Murathan Mungan aşkı bilirdi zaten.
Kitabı bıraktı. Aklına sevgilisinin en sevdiği yazar aklına geldi.
‘Buket Uzuner’ onun bir kitabını sevgilisi zorla okutmuştu ona ‘Bak ben
böyle bir ilişki istiyorum.’ Diye. Ama hiç hoşuna gitmemişti kitap.
Sonra sevgilisiyle aptalca kavga etmişlerdi.
Ne sıkıcıydı herşey. Oysa kalkıp gezse, son paralarını harcasa cebinde
hiç para kalmasa daha güzel olurdu yatakta yatmaktan. Ama genede bunu
yapamadı. Parası biterse ne yapardı. ‘Otur oturduğun yerde..’ dedi.
Gözlerini kapadı. Kısa bir süre sonra uyudu.................
Düşünüyorum da galiba bizim yerimize herşeyi kahramanlar yapıyor,
düşünüyor, seviyor. Hatta neredeyse bizim yerimize yiyiyor, içiyor,
sevişiyorlar. Kahramanlar yapsa belki gene iyi. Biz, biz değiliz
başkasıyız. Başkalarının düşünceleriyle yaşıyoruz. Düşünmüyoruz.
Macera duygusu yok olmuş, herşey monoton ama biz, kahramanları
düşünmekle yetiniyoruz. Ne de olsa düşünüp yapmamak daha güvenli.
Güzellerimiz belirli. Bir mankene çirkin dediğimizde arkadaşlarımızdan
‘Hadi leen..’ sesleri yükseliyor. Yoldan geçen şöyle sıradan
(arkadaşlarınıza göre) bir kıza güzel dediğinizde şüpheci gözlerin
saldırısına uğruyorsunuz. Hatta ve hatta, kız kız arkadaşlarınız güzel
değilse ‘Niye onunla birliktesin.’ Gibi terbiyesiz sorulara maruz
kalıyorsunuz. Ama bir Allahın kulu çıkıpta ‘Güzel ne ? Güzel kim ?’
demiyor.
Canınız çekip gitmek, herşeyi bırakıp gitmek istediğinde, yolculuğa
çıkmak istediğinde, açıp Yeni Hayat’ı okuyoruz. En büyük maceramız,
gidip bir macera filmi izlemek oluyor.
Sevdik mi Murathan’ca, Ahmet’ce, Ümit Yaşar’ca vs. vs. seviyoruz. Ama
kalkıpta şöyle içten bir şiir yazmıyoruz sevgilimize. Segilisi için
ölenlere alkış tutuyoruzda, gidip sevgilimizle eften püften sebeplerden
dolayı kavga ediyoruz.
Kimse hiçbirşey sormuyor. Yaşam biçimimiz belirli. Biz sadece bunları
hayata geçiriyoruz. Hatta nasıl sevişileceğini kitaplardan, poşetteki
dergiden öğreniyoruz. Yatakata bile ne yapacağımız belirli.
Artık ‘Hayatımın ne kadarı benim?’ diye sormanın sırası geldi. Ne
dersiniz.