Toplumların ayakta durabilmeleri ve geleceklerinin olabilmesi için
muhtaç oldukları tek unsur, tek yapıtaşı "GENÇLİK"tir. Çünkü
yaşam sürecinin en kritik basamaklarıdır gençlik yaşları. Ve
sadece bu yaşlarda edinilen olgunlaşma, işletilen beyin, geliştirilen
yetenekler, ruhsal yapı ve bilinç hayatın diğer kulvarlarına
yön verecektir. Bu sebeple gençler sahip oldukları bütün
enerjilerini, içinde bulundukları toplumun geleceğini, diğerlerini,
ekonomik ve sosyal hayatını en üst refah düzeyine ulaştırmak
için çalışarak , sarf etmelilerdir. Üniversite yıllarını boşa
geçirmeden, çok iyi değerlendirip toplumu daha iyiye götürmeye
…vs…vs…vs.
Ne kadar klasik ve tanıdık değil mi? Yine, genç olmanın ne
demek olduğunu anlatan sıradan bir yazı ve içerisinde aktarılan
görevlerimiz. Hepimiz okul yıllarında duymuşuzdur, bizlerin ileride
bu ülkeyi en iyi seviyeye getirecek, teknolojinin gelişmesinde
en önemli rolü oynayacak, bilimi, sanatı, felsefeyi çağın ötesine
taşıyacak kişiler olduğumuz söylemlerini. Ve bu söylemler hiç
eskimeden üniversite kapılarında da kulaklarımızda .Başka (!) bir
sorumluluğumuzun olması düşünülemezdi zaten. Tabii ki bizlere
söylendiği gibi yaşayacağız. Çünkü bizler genciz; yirmi yaş
dişlerine gebe, dinamizm dolu, maximum kinetik ve potansiyel
enerjiye sahip, fitil kısımlarıyız dinamitleşmiş toplumun. Umuduz,
gururuz, geleceğiz; herşeyinizi emanet eebileceğiniz emanet
depolarıyız…
Bütün yapmamız gerekenleri (ve yapmam gerekenleri)saydığım için
aslında yazımı bitirmeliyim. Ama, maalesef bir de yaşamak diye,
genç olmak diye bir görevimiz var bizim. Hiçbir zaman
hatırlatılmasa da, unutamadığımız. Kendimi biraz geriye çekip şu
akıp giden okul yıllarıma ve yaşadıklarıma bakıyorum da, ne kadar
garip bir süreç bu. İlkokuldasın; alfabenin , aritmetiğin ve
siyah önlüklerin gizemli dünyasına dalmışsın…Üç numara saçların
ve bir anne, bir baba olan öğretmenin… Ortaokuldasın; kravatın
boynuna olan uyumu konusunda rahatsızlıkların , karşı cinse ilk
ilgiler, popüler olma gayreti ve kısa saçların… Lisedesin; iyi bir
üniversiteye girme zorunluluğun, yasaklara karşı iyiden iyiye
başlayan ilgin, garipsediğin “hocam” hitabı, idareye farkettirmeden
uzattığın saçların (ama yine de kısa), ’Disipline veririm”ler,”1
alırsınlar”, empozelere uğramış beynin, gereksiz veli toplantıları,
kısıtlamalar… Ve ilk aşık oluşun , ön sırada oturan saçları
örgülü hanımefendiye… Sonunda, en sonunda üniversitedesin…
Hayatının bu anına dek elinde kalanlar, nasıl yaşaman gerektiğini
öğretenler, doğrular (!), yanlışlar(!), ayıplar(!), yapılması ve
yapılmaması gerekenler(!) , empozeler ve en orta yerinde yüreğinin
kimliğini bulma konusunda hep yalnız bırakılmış, korkutulmuş bir
tazelik. Ve üniversite kapısından girdiğin andan itibaren yeni
bir çağ açtığın hayatın, bu senaryolara yeniden maruz kalıyor.
Sadece, aynı yıpratmaların biraz daha üniversitelisi , biraz daha
olgunlaşmışı, biraz daha acımasızı,… Dediğim gibi çok garip bir
süreç bu. Bu sefer, idare mercii görevini, anla(ya)madığım toplum
kuralları yükleniyor. Yani, yine saçlarımızın, sakalımızın, kılık -
kıyafetlerimizin, doğrularımızın ve yanlışlarımızın hesabını vermek
zorunda kalıyoruz.
Bütün bunlar bir yana, en olmaması gereken şeyler oluyor biz
gençlere. Sorgulamaya başlıyoruz.“Yahu iyi de; be kardeşim, siz de
genç değil miydiniz zamanında? Siz niye bize yüklediğiniz
görevlerinizden kaytardınız?…” “Tamam, varlığımın ne anlama
geldiğinin ve yapmam gerekenlerin farkındayım, ama sadece bu mu?
Benim hayallerim, benim düşüncelerim, benim ideallerim ve en
önemlisi benim doğrularım var. Bunlar ne olacak?” “Toplum
kurallarını kim koyuyor, nerede yaşıyor merak ediyorum. Hayır ,
madem toplumlar değişir, ilerler, gelişir; şu garip kurallar niye
sabit acaba?” Bütün bu sorgulamaların sonucunda, kanında hala
ergenlik kıvılcımları dolaşanlara, hala genç olabilenlere sonsuz
bir minnettarlık duyuyor; bizlere, saçlarımıza, sakalımıza, kılık ve
kıyafetlerimize ve hepsinden önce özgürlüğümüze karışanlara isyan
ediyor, küsüyoruz. Tabii her zamanki gibi aykırı olan, değişik
olan yani normal olmayan bizler olduğumuz için; bunalımlı olmakla,
kişiliğimizi bulamamakla suçlanıyoruz. En aykırı yanımız, hayata
bakış açımız olsa bile…
Ne mutlu ki bana , ben de genç bir insanım. Hayata aykırı
bakanlardan biriyim yani. Ve artık benim de kendime ait doğrularım,
yanlışlarım, gerek ve gereksizlerim var. Kararlarım var hayata dair.
Yaşam konusunda herşeyi öğrenmeye hazırım ama nasıl yaşamam
gerektiğinin öğretilmesine asla… Saygıyı kitaplardan öğrendim. Aşkı
ön sıralarda oturan hanımefendilerden . Değişik olmanın zevkini ,
saçlarıma dokunarak uzun uzun ve yeni günün bizler için doğduğunu
bilerek çıkardım. Fakat hepsinden önemlisi, yaşamayı, yine yaşayarak
becerebileceğimi farkettim. Dinleyerek değil… Merak etmeyin.
Bizler, o bize saydığınız görevleri zaten biliyoruz. Ve bizler,
bizden sonraki nesillere bunları anlatmak yerine, yaparak örnek
olacağız. Çünkü galiba sizlerin de dediği gibi , bu toplumu daha iyi
bir seviyeye taşıyacak kişiler bizleriz. Belki aykırı, belki
değişik…